in ,

Pire Torbası, Evin Has Oğlu Oluyor

Yıl 1990…

Facebook, twitter, instagramın olmadığı, özgür günlerdeyiz… Ama elbette anti sosyal değiliz. Hatta bugünkinden daha sosyal olduğumuzu ifade etmek lazım…

Her fırsatta eş, dost, akraba, arkadaş toplanıyoruz… Piknikler, etkinlikler, şehir dışı gezmeler vs…

O günlerin trendlerinin başında köpek sahibi olmak geliyor… Bana çok uzak olsa da çocuklar çok meraklı…

– Anne ne olur biz de bir köpek alalım…

– Bak valla her işini biz yapacağız…

– Baba ne olur, annemi kandır, biz de alalım….

Kandırılıcak göz yok elbette bende.. Hastalık derecesinde temizliğe ve hijyene kaptırmışken.

Sonra bir gün…

Bir cumartesi öğleden sonra…

Dışarıdan eve döndüğümde olağanüstü bir durumun varlığı hemen hissettirdi kendini.

Güneşli bir gün. Bağlasan evde durmayan haylazların sesi arka koridordan geliyor. Üstelik erkek kardeşimin de sesi onlara eşlik ediyor…

Elimdekileri bırakıp, sesin geldiği yöne doğru yöneldiğimde eşim, beni salonda tutmak için bin dereden su getiriyor.

Tamam…

Arkada benim görmemem gereken birşeyler oluyor…

Salonu hızla geçip, koridora yöneldiğimde yerdeki halıların yuvarlanarak toplandığı dikkatimi çekiyor.

Ebeveyn banyosunun açık kapısından ışıkla birlikte, çocukların ve kardeşimin telaşlı seslerine eşlik eden, ama o an neyin olduğunu tahlil edemeğim bir ses daha dışarı yayılıyor… Birkaç adımda banyonun kapısındayım…

6 yaşındaki küçük oğlum, 13 yaşındaki büyük oğlum, 21 yaşındaki erkek kardeşim… Üçü de kuvetin içine eğilmişler… Eşim gözlerini kocaman açmış bana bakıyor….

Tamam… Korktuğum başıma gelmişti galiba…

Evet… Küvetin içinde küçük, çirkin bir köpek yavrusunu yıkamaya çalışıyorlar…

Benim banyo yaptığım küvetin içinde…

Çılgına dönmüştüm… Üstelik etrafa pis bir kimyasal koku hakimdi…

Ağzıma ne gelirse bağırdığımı dün gibi hatırlıyorum….

Benimkiler; kem, küm….

Kokansa pire ilacı….

O zaman ki ben; nasıl aklımı oynatmamışım hayret…

Yaptıklarının izahı yok benim cephemde ama; anlatıyorlar işte…

Sözü bir biri alıyor, bir diğeri…

– İki kardeştiler…

– Diğerinin gözleri mavi olduğu için 200 dolar daha pahalıydı….

Hıhhh!… Bir de üste para vermişlerdi anlaşılan!…

– Biz pazarlık ettik ama, 1000 dolardan 750’ye indiler…

Offf… Pire torbasına 750 dolar… Sabrımı sınıyorlar sanki…

– Annesinin Rusya’da dünya birinciliği varmış diye başlayan cümlenin sonunu dinlemediğimi hatırlar gibiyim…

Sonraki günleri daha net hatırlıyorum.

Tuvaletlerden birini ona tahsis ettiler. Gazete falan koydular. Tuvalet terbiyesi oluşana dek, hem bir yandan günde defalarca dışarı çıkarıyorlar, hem de ha bire işediği, çiş kokan pis gazeteleri koklatarak, sokak kapısına yönelmeyi öğretmeye çalışıyorlardı.

Ben mi!.. İyice psikopata bağlamıştım. Sabahın karanlığında kalkıp, eve sinen köpek kokusunu yok etmek için değişik kimyasal karışımlar yapıp evi paspaslıyor, sabah yardımcı ablamız gelince paspaslama görevini ona devredip, adeta kaçarcasına işin yolunu tutuyordum.

Takdir edersiniz ki; bu durum çok fazla sürmedi…

Gazeteye ‘ücretsiz yavru köpek’ ilanı verip, köpeği de haftalığı bugünün parasıyla 250 TL’ye pansiyona gönderdim.

Sonunda kurtulmuştum.

Hafta sonları eve alıyorduk. İlana başvuranlar da hafta sonu onu görmeye geliyorlardı. Yakında ondan toptan kurtulacağım için, tahammül sınırlarım sanki biraz genişlemişti.

Bu arada artık çişini eve yapmadığını farkettim.

Sıkıştığında kapının önüne gidip, havlıyordu.

Beğenen bir aile çıktı. Hafta sonu almaya geleceklerdi.

Normalde cumartesileri alıyorduk eve. Ama gideceği için çocuklar cumadan getirdiler bu kez.

Eşyalarını, oyuncaklarını toplayıp bir torbaya koyarken; o güne kadar tanımadığım bir duygu beynimle kalbim arasında gidip gelmeye başladı.

Cuma gecesi pek iyi uyuyamadım…

Cumartesi onu almaya gelen ailenin otomobilini evin önünde gördüğümde, o yabancı duygu beni yeniden dürtmeye başladı. Kanın beynime doğru hücum ettiğini hissediyordum. Adrenalinimin de seviyesinde artma vardı ki, sanki biri boğazımı sıkıyormuş, kalbim kanatlanmış kuş olmuş göğsümü terkedecekmiş gibi karmaşık bir hal içindeydim…

Gözlerim evin içinde onu aradı…

Sephanın altında, ön patilerini uzatmış, uzun burnunu da patilerinin üzerine yaslamış, taaa yüreğimin içine işleyen bakışlar atan kahve rengi gözlerine kenetlendi gözlerim…

Çocuklar ve eşim verandada onu almaya gelen aile ile konuşuyorlar…

Hızla yanlarına gittim. Kararımı vermiştim…

– Ben veremen, onu veremem, yani Oğlum’u veremem…

Geçen zaman içinde cinsiyeti erkek olduğu için; onu Oğlum diye çağırıyorduk ama; herhangi bir isim koymamıştık.

O gün ismi Oğlum oldu…

Evin 3. oğlu olmuştu…

Sonraki günlerde ise has oğlu….

Aileyi gönderdik, binbir özür dileyerek. Onların çocuklarında hayal kırıklığı yarattı durum ama; bana sanki yeni bir dünya bağışlanmış gibi kendimi, hafif ve neşeli hissediyordum.

Yüreğim çocukluğumdaki gibi şendi… Üstelik bir tek ben de değil. Bir sihirli değnek hepimize değmiş ve aynı etkiyi armağan etmişti…

Yorum

Yorum Ekle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kedi Neden Kleopatra Oldu?

Küçük Kız ve Kedilere Dair Keyifli Bir Görsel Hikaye