Oğlum‘u biliyorsunuz artık.
Güzeller güzeli, iyi huylu, duygusal, dünyada eşi benzeri olmayan can dostum…
Bana köpek dünyasının kapısını aralayan; onları tanımamı sağlayan; tanıdıkça ne kadar eksik olduğumu öğreten; canım Oğlum….
Oğlum’la birlikte biz neşeli günlere akarken, alttan alttan; farkına varamadığım bir değişim gerçekleşiyormuş ruhumda. Farkına vardığımda ise iş işten geçmişti…
Hatırlar mısınız bilmem!…
2002 Mart’ında acayip bir kar yağmıştı İstanbul’da…. O bir-iki gün zarfında duman rengi, anne adayı genç bir kedi mutfak pencereme misafir oldu. Kombinin bacası hemen pencerenin kenarındaki duvardan çıktığı için, orası hem sıcak, hem de korunaklıydı.
Kedilerle ilgili çocukluğumdan gelen tuhaf anılarım olduğu için, -sırası gelirse onu da anlatırım- onlardan hep tiksinmiş, hatta biraz da korkmuşumdur.
Ama o gri kedi, bende ilk defa aynı duyguları uyandırmamıştı.
Kendi kendime “hamile olduğu için”dir diye düşünüyordum…
Yemek artıklarıyla başlayan besleme seansları, düzenli öğünlere, karnı büyüdükce besleyici yiyeceklere dönüştü. Bu arada ona Duman diye seslenmeye başladığımı hayretle tespit ettim…
Sonra bir gün Duman pencereye gelmedi…
Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum.
Bir sabah, orta kattaki balkonda Duman’ı ve 6 bebeğini gördüm.
Doğurmuştu.
Çocuklarını da alıp bana, geri dönmüştü.
Hanımefendi, balkondaki beyaz minderli kanapeye kurulmuş emziriyordu.
Duman ve çocukları o baharı ve yazı bana zehir ettiler.
Kovmak için ne yaparsam yapayım, kurtulamıyordum bir türlü onlardan.
Bahçe ve balkonlardaki bütün masa üstleri, koltuklar, minderler kedi tüyü ve pati izinden geçilmiyordu.
Bu savaş sürerken, yavrular da büyümeye başladılar tabii. Yavaş yavaş siteyi, diğer evleri tanıma turlarına başlamışlardı. Bazen iki-üç gün hiç görmediğim oluyordu. Sonra ya havuz başında, ya basketbol sahasında, ya aşağıdaki yürüme yolunda görüyordum.
Ama dönüp dolaşıp geldikleri son nokta orta kattaki balkon oluyordu.
Ben hep öyle olacağını zannediyordum. Hep döneceklerini…
Önce dönen yavru sayısı 5’e, sonra 4’e ve sonra da 3’e indi. Bütün siteyi kıyı, köşe aradım. Ama yoklardı.
Sonra da Duman kayboldu ortadan.
Sonbahar gelmiş, havalar soğumaya başlamıştı. Bahçeyi ve balkonları topladık. Oturma grupları vs bodruma kalktı.
Sonra beklenmedik bir gelişme ile daha büyük bir eve geçmek gerekti.
Yağmurlu bir günde yeni eve geçtik.
Salonu yerleştirip, şömineyi yaktığımızda hava da kararmaya başlamıştı.
Birden kediler geldi aklıma.
‘Karınları acıkmıştır’ diye düşündüm. Evin etrafında boşuna dolaşacaklar… Birşey bulamayınca, uzaklaşmaya başlayacaklar. Hava karanlık, yağmur da yağıyor, ya ezilirlerse…
Kafamdan uzaklaştırmaya çalıştım bu düşünceyi…
Mantığım, duygularıma söz geçirmeye çalışıyordu.
– Kızım senin değil ki o kediler…
“Ya ezilirlerse…”
– Sen sorumlu değilsin ki…
“Ya ezilirlerse…”
– Hem sen kedilerden iğreniyordun hani. Bir de onları başına musallat etme şimdi… İşin zaten başından aşkın.
“Ya ezilirlerse…”
-Bak evde zaten bir köpeğin var. Her gün ormandakilere mama götürüyorsun.. Baktın o kadar, çıktılar biraz ortaya. Yeter artık…
“Ya ezilirlerse…” “Ya ezilirlerse…” “Ya ezilirlerse…”
Çıldırmak üzereydim.
Bir otomobilin onlara çarpabileceği ihtimalini düşündükçe nefesim kesiliyordu.
Onları orada bir başlarına bırakamazdım. Ne yapıyorlardı acaba!…
Bal gibi bu evin bahçesinde de yaşarlardı. En azından gözümün önünde olurlardı…
Duramıyordum!..
Eşime içimde kopan fırtınaları anlattınca; “Sen bilirsin….” dedi. “İstersen gidip alalım…”
Ohhhh….
Düşüncesi bile nasıl hafifletmişti beni…
Yıldırım hızıyla toparlandık.
Yeni evle eskisinin arası otomobille 15-20 dakika…
Oğlum’un taşıma kutusunu bagaja atıp, doğru eski evin yolunu tuttuk…
Eski eve vardığımızda ıslak ve boş balkonun en köşesinde birbirlerinin üzerine kapanmış, titrerken bulduk onları.
Üçünü de havluya sarıp kutuya yerleştirdikten sonra, eve geri dönüş yoluna geçtik…
O akşam eve geri dönüş yolunun, kedili yaşama giden yol olduğunu henüz bilmiyordum elbette…
Herkesin Dünya Kediler Günü kutlu olsun!..